Google Arama

Custom Search

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Tüftüf Oyunu Üzerine DEV YAZI Dizisi! (1)

1.KISIM  


Resim1: Tüftüf kullanan bir çocuk


BAŞLI BAŞINA İLGİ VE EĞLENCE ODAĞI
Kapsamlı Bir Tüftüf Çalışması Yapma İsteğinin Altında Yatan Derin Nedenler: Basit Bir Şey İçin Neden Bu Kadar İstek?

İnsanlar düşünsel olarak ya da fiziksel olarak büyüdükçe üzerinde durdukları olgular, olaylarda değişiyor ve bu değişimler ilgi duydukları alanlara, olaylara bakış açılarına ve becerilerine de yansıyor, bir yetenekleri var ise de o yetenekleri daha fazla gelişiyor.

En güzel anılarımı yaşadığım, eski oturduğumuz yer de her ne kadar doğa ile iç içe olsam ve mutlu olsam da sosyal açıdan doyurucu bir yer değilmiş ki yeni yerimize taşındığımda yaşadığım değişimlerin çok azını bile görememişim.

İlkokul yıllarında, taşınmamızdan sonra askeri üsten kalkan savaş uçaklarının inişe geçtiği zaman iyice alçalarak bizim mahallemizin tepesinden geçmesi bende aşırı derecede savaş uçağı merakı doğurmuş ve epeyce büyüğümü bu konuda sıkmayı başarmıştım.

43 tane değişik modelde savaş uçağı oyuncağının yanı sıra kendi yaptığım, satın aldığım ve üsle ilişkisi olan kişilerin üstüne üstüne giderek savaş sanayisi ile ilgili çıkan dergileri almam ve biriktirmem bu ilginin sadece ufak bir kısmı idi.

Ardından Titanik filminin ve 2.Dünya Savaşı sonrası Holywood yapımı savaş filmlerinin etkisi ile gemilere ilgim oldu, maketler yaptım ve alüminyum levhalardan yaptığım nice yelkenli gemi maketlerini sularda batırdım. Hatta güzel bir yüzen denizaltı modeli yapmışlığım da oldu doğal olarak. Almanların U Bot serisi denizaltılarına benzer olarak yaptığım denizaltıyı suya hızlıca attığım çelik iğnelerle ve bir şırınganın suyun içinde yarattığı basınçlı su şokları ile yaralayıp batırmakta ayrı zevkti.

Atatürk'ün Ve Cumhuriyetimizin anısına Tüm Türkiyeyi dolaşan Cumhuriyet Treninin şehrimize gelmesiyle de çılgınca bir buharlı tren merakı başladı bende. Evde buharla çalışan bir motor yapmak için ne kadar çok zamanımı harcamıştım o zamanlar...

Ardından savaş topları, mancınıklar, kılıçlar, tanklar, benzinli motorlara benzeyen maketler silsilesiyle epeyce uğraştım.



Resim1a: İlham Ve Uğraşı Kaynaklarımdan Biri Daha. 2000 Yılı, Cumhuriyet Treni Şehrimizde.YAŞASIN CUMHURİYET!

Resim2: Uğraşıya giden yolda beyni saran imgeler...

TÜFTÜF MACERASI BAŞLIYOR
Mahalle İçi Savaşlar.

 Mahalle içinde erkek çocuklarının büyük bir zevkle oynadığı tüftüf ( Diğer adları fişek veya boru gibi isimlerdir) oyununa benim pek ilgim yoktu aslında. Çünkü benim gönlümde her zaman ağır taşlar atan, değdiği yere saplanan oklar atan, ardı ardına çakıllar atan hayali silahlar yatıyordu. Mancınık ve ok yapma çalışmalarım olmuş olsa da bunlar güldürücü bir çalışma sergiliyorlardı. Savaş oyunlarında bana tüftüfle veya boncuklu tabanca ile saldıran arkadaşlarıma ben kendi geliştirdiğim kolay bir atış yöntemiyle kısa boylu düz çubuklar veya çeşitli katmanlara sahip olan çamur topları atardım.

 Savaşlar(!) sırasında genellikle kendi yaptığım, resimlerle süslenmiş kartondan zırhlar giydiğimden de tüftüflerin veya tabancaların etkisi olmazdı. Üstüne boncuk, kâğıt, boru gibi araç gereçlere gereksinimim de yoktu, kısa bir doğa yürüyüşü yapıp uygun sopaları ve çamurları bulmam yeterliydi.(Laf aramızda nişancılık yeteneğim fazla olmadığından tüftüfte keskin nişancı olan arkadaşlara karşı bende böyle bir yöntem geliştirmiştim. Belirtmekte yarar var ki ilkel silahlar her zaman modern görünümlü silahlardan daha ürkütücüdür, bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Ayrıca Tüftüf çok sağlıksızdı! Sokaklarda ağızla temas eden silah ve kâğıtlar mikrop kaynağıydı, bende titiz bir çocuktum.) Sokak savaşları ile ilgili anılarımı başka bir yazımda anlatacağım.
TÜFTÜF NEDİR?

 Tüftüf, nefes gücü ile bir boru aracılığında huni şeklinde sarılmış kâğıt fişek atan bir çocuk oyunu silahıdır. Aynı türden silahı bambudan yapılmış borularla amazon yerlileri kullanır. Yerlilerin fişekleri avlanmak içindir ve uçlarında hayvanların öd sıvısından veya başka bir kaynaktan alınma zehirler bulunur.

 Örnek bir tüftüf; 30 cm uzunluğunda kesilmiş bir elektrik borusundan, fişeği ise bir kalem boyundan biraz daha kısa olarak sarılmış kâğıt bir huniden oluşur. Huni sarıldıktan sonra ucu tükürükle ıslatılıp yapıştırılır.(Benim gibi titizler, bu kısmı bant veya uhu ile yapardı.


Resim3:Süslenmiş, basit bir tüftüfün bölümleri.(A:Kibrit kutularından oluşmuş tutanak, B:Plastik Elektrik Borusu, C: Kesik Borudan Yedek Fişek Koyma yeri, D: Nişangah borusu)

Fişek arkadan yerleştirilir, güçlü nefesle borunun içine üflenilir ve fişek hızla ilerler.(Bazı fişeklerin rüzgarsız havalarda apartmanların 5.katına eriştiğini gördüm) Tüf Tüf ‘’ŞİŞTİ’’ denilen şişme durumuna geçmediyse, yani borunun içindeki hava basıncının ve buharın etkisi ile parçalanıp fırlamamışsa sizden keyiflisi olmazdı.

Tüftüfe iki-üç kibrit kutusunun elektrik bandı ile birleştirilerek eklenmesi ile de basit ve hoş görünümlü tutacak yerde yapanlar olurdu. Aslında bunu herkes yapardı, bu da yetmezdi ve elektrik borusundan yüzük şeklinde ufak parçalar kesilerek alt alta yapıştırılır ve bu deliklerden üstteki nişangâh, alttakiler de yedek fişeklikler olarak kullanılırdı. Bu durumu ile tüftüf artık bir makineli silaha benzerdi.

Tüftüfe iğne koyup tehlikeli hale sokmak her çocuğun aklına geldiysede hayat boyu sakatlığa sebep verebileceğinden yapmış olan benim bildiğim kadarı ile yoktur. Mantarların fişeğe takılması yolu ile patlayan fişekler yapan çocuklar vardı ama.
Resim4: Haftalık Mizah Dergisi Penguende Çıkmış Bir Tüftüf Karikatürü. Tüftüfe İğne Koymak Gerçekten Tehlikeli, Aptalca ve Haince Bir Şeydi. Fişeği Fırlatan Adamın Belinden, Yeni Fişek Yapmaya Yarayan Uzunlamasına Kesilmiş Kağıtlar Sarkıyor.Tıpkı Eski Günlerde Olduğu Gibi.
TÜFTÜFE GERİ DÖNÜŞ 
 Tüftüf benzeri çocukluk oyunlarının çok gerilerde kaldığı ve benimde üniversite sınavına hazırlandığım günlerde apartmanımızın önünden ayrılmayan ve herkesin baktığı dişi bir köpek ortaya çıkmıştı. Hepimizin onu çok sevmesine karşın mahallenin tüm erkek köpekleri apartmanın etrafında doluşup kavga ediyor, havlıyor, uzaklaşsalar da birkaç saat içinde yeniden hıra güre başlıyorlardı. Ders çalışma saatlerimde her ne kadar bu sesleri göz ardı etsem de gecenin geç saatlerinde uyurken bu seslerin düşlerime kadar girmesi artık beni çileden çıkarmıştı. O günlerde Almayanın 2. Dünya savaşı sırasındaki savaş sanayisine de pek meraklıydım. Von Braun’un V2 Roketleri, acımasız Alman Tiger tankları, Flak 88 uçaksavarları, Paris Topu ve daha niceleri. Evet, bu da benim savaşım olacak gibiydi...

Resim5 Ve Resim 6: İlham Kaynakları, İleri Hatları Gözleyen Askerler Ve Saldırı Anındaki Tanklar
 Taktiğim köpeklere herhangi bir fiziksel zarar vermeden apartmanımızın çevresinden sürekli rahatsızlık vermek ve onları bu bölgeden ürkecek duruma getirmekti.

Hemen kendime bir silah bulmalıydım. Çok karmaşık şeyler yapabilirdim ama elden geldiğince kolay kullanılan, bozulmayan ve hammadde sıkıntısı çekmeyeceğim bir şey olmalıydı bu. Hayal dünyamdan harıl harıl çalışan savaş mühendisleri ve üretim tesisleri geçiyordu artık. Sapan kullanmak tehlikeli idi. Hızla yerdeki yollara çarpan taşlar sekip istenmeyen yerlere sıçrayabilirdi. Ayrıca evin içinden atış yapacağım için kendi camlarımızı da kırabilirdim. Elimle taş atsamda uzağa gitmezdi pek. Zaten dar olan oda camından dışarıya doğru ne kadar sağlam bir atış yapabilirdim ki? Boncuk tabancaları da attıkları gülünç plastiklerle bırakın metrelerce öteye gitmeyi birkaç metre öteden kendime sıksam elbiseme deyip sessizce düşerlerdi. Su tabancam esintili havalarda bahçe fıskiyesine dönecek, komşularımızın camlarını kirletecekti. Attığını uzağa taşıyan, ses getiren, nişanladığım yerden başka yere düşmeyen, sessiz, tutuşu kolay ve gü  çlü bir silaha ihtiyacım olduğu kesindi. Ama ne olmalıydı bu?

En güvenli silahı bulmuştum: TÜFTÜF.

 Bodrum katımızdan 30 cm.lik bir elektrik borusu buldum hemen. Çocukluğumdan aklımda kalanlarla kendime market kitapçıklarının kuşe kâğıtlarından bir de fişek takımı yaptım.
GELENEKSEL TÜFTÜFLER HAYAL KIRIKLIĞI YARATMIŞTI,
BİR ŞEYLER YAPMAK GEREKLİYDİ.


   Yaptığım tüftüfü hemen denemek için pencereye koştum. Hava durgundu ve bulutluydu. Etrafta köpek falanda yoktu. En önemlisi benim gibi ‘’koca adam’’ olmuş diğer arkadaşlarımın, (özellikle kız olanların!) ve komşularımızdan ortalıkta kimse yoktu.Öyle ya artık liseli bir delikanlıydım :) İlk tüftüfü öylece karşı yola doğru üfleyerek salladım. Evet, iyi gitmişti ilk atış için. Hızlı bir çıkış yapıp sakince süzülerek yere öylece kondu. Gökyüzünden yere doğru süzülen karahindiba çiçeği tohumları gibi.Evet. En azından sessiz ve zararsızdı.

Resim7: Basit Tüftüflere Eklenilen Parçalar Süsten Başka Bir Şeye Pek Yaramıyordu.

İkinci tüftü salladım ardından. O da nesi? Havada yalpalayarak kendi ekseni etrafında dönüşler yaptı ve aptalca yere yapıştı. Bu tüftüfle belki birkaç köpeği vurabilirdim, ama sadece evin önünde sap gibi duranlarını. Birkaç gün sonra onuda yapamayacağımı anlamam için çok beklemedim. Canlı hedef olarak sınırlarıma giren ve sürekli havlayan, atışımı yaptığım bir köpek, tüftüften çıkan ‘’pohh’’sesini duyarak bana baktı önce. Fişeğin ayağının dibine düşmüş olduğunu bile fark etmeden gözümün içine bakarak arkadaşlarına havlamaya devam etti…Kahrolası bir kâğıt parçası ile ne yapmaya çalışıyordum ki.
ARTIK TARİHİN, BİLİMİN VE FİZİĞİN ZAMANI GELMİŞTİ.

 İnternetten ve elimdeki savunma sanayisi dergilerinden araştırma yapmanın zamanı çoktan gelmişti. Çünkü elimde rüzgâra kapılıp atış yaptığım yer ile ilgisiz olan her yere düşen çocukça kağıt fişekler vardı sadece. (Ha birde borusu vardı.) Zırh delici top mermileri, zırh kalınlığının ve eğiminin dayanaklığa etkisi, namlu uzunluğunun mermi çıkış hızına etkisi, yere göre en iyi atış açıları, hava sürtünmesinin etkileri, aerodinamik bilimi, havalı tüfekler…Bunlar bana doğrudan olmasa da manevi olarak destek verdiler araştırma yapmam için.
BİR DEVRİM BAŞLIYOR, GELENEKSEL TÜFTÜF, YERİNİ YENİLİKÇİ FİKİRLERE BIRAKTI.
Rüzgârın Uçurtmaya Çevirdiği Fişekler.
 Elimdeki fişekler kâğıttandı. Doğal olarak kâğıtlar çok yeğniydi (hafif) ve rüzgarın etkisiyle sürüklenip kendi başına uçup gidebilirdi. Ama ağırlığını artırırsam dolaylı olarak hızı artabilir ve belkide esintilerin etkisini biraz olsun atlatabilirdim, çünkü kütlesi arttıkça depolayabileceği enerji miktarı da artıyordu. Hemen ağırlık artırıcı yöntemler düşünmeye başladım. Kalın bir kartondan yapacağım bir fişek hem beni zorlardı, hem de kaynaklarımı. Hem kartonla kâğıt arasında pekte bir fark olacağını sanmıyordum.Fişeğin ucuna bir demir koyarsam, en kolayı bir çivi, bir aşama kayıt edebilirdim. Aynı zamanda ağırlığın ters bir etki yapması olasılığı da aklımdan çıkmıyordu.
‘’Bir nesnenin uçup uçamaması onun ağırlığına bağlı değildir, önemli olan ona yeterli gücü verebilmektir.’’ tümcesini hatırladım okuduğum kitaplarda birinden. Harekete geçme zamanı gelmişti.
Resim8: Deneysel Tüftüf Fişeği Üretim Çalışmalarından Başarısız Olarak Çıkan Bir Model.
 Deneme fişeğini attığımda bir şaşkınlık yaşadım. Rüzgârın sürükleme gücüne karşı koyamıyordu fakat fişek dah uzağa gidiyordu.Hemen lise fizik kitaplarımı açtım. Rüzgâr hızı sadece yatay konuma etki ediyordu. O zaman ileri hıza etki eden şey fişeğin içine koyduğum çiviydi.

 Ağırlık Arttıkça Fişekler Daha Hızlı Ve Daha Güçlü Oluyorlardı. Fişeğin içine koyduğum çivi birkaç atış denemesinden sonra anladım ki yerini pek beğenmemişti. Eylemsizlik kanununa göre fişek hızlandıkça çivi yerinde durmak istiyor ve fişek namludan çıktığında çivi banttan sökülmüş durumda içeride kalıyordu.Çivi, daha iyi bir şekilde oturtulmalıydı. En akıllıca yöntem çiviyi burun tarafına yerleştirmekti. Ama kesinlikle sivri tarafını değil, hem yerinden yeniden çıkmaması için, hem canlılara zarar vermemek için, hem de arabaların tekerlerini patlatmaması için. Zaten sivri uçları zımpara ile iyice kütleştirmiştim. Önemli bir ayrıntı da, cam çivisinin uçtaki geniş kısmının bağlandığı sopa kısmına az bir uhu sürüp, öylece ile fişeğe sokmuş olmamdı. Basınçlı hava, çiviyi fırlatıp kağıdı usulca namludan çıkardığında ayırt etmiştim bunu.
Resim9: İşe Yarayan İlk Fişek

Artık iki çiviyi birbirlerinin tersi olacak şekilde de buruna yerleştirip atabiliyordum ve ağırlık arttıkça fişeğim daha uzağa gidiyordu. Ama bir ağırlık sınırı vardı doğal olarak. Ağırlık arttıkça daha güçlü bir nefese gereksinim duyuyordum, fişeğin iç hacmi de dardı. ‘’Kütle arttıkça, içinde biriktireceği enerji miktarı da artıyor olmalı ve bu da gittiği yolu artırıyor olmalı’’ diye düşündüm.Sonuçta ben hava direncine ve yer çekimine karşı iş yapıyordum.

P=mXv

Momentum=kütle X hız

Bu formüle göre ilk basit fişeklerim hızlı olabilirdi ama kütleleri azdı. Şimdi hem hızları hem kütleleri fazlaydı.

Ben Çöplüğe Doğru Ateş Ediyorum Amacım Cam Kırmak Değil! Yağmur fırftınalarının en şiddetli olduğu zamanlar bile köpekler oradan oraya koşturarak benim sessizlik sınırlarımı tehdit etmeye devam ediyorlardı. Attığım tüftüf fişekleri ise ne kadar hızlı olurlarsa olsunlar hedefi bulmaktan çok uzaktılar. Saçma sapan yerlere düşerek beni deli etmeyi başarabiliyorlardı. İster yukarı ister tam hedefe doğru atmak isteyeyim esintiler beni ve tüf tüfü yeniyordu.

Aerodinamik Ve Fizik Yardıma Koşuyor.

‘’Bir cismin hava ile karşılıklı temas ettiği alan ne kadar büyürse havanın ona karşı gösterdiği dirençte artar’’ Belkide fişeklerimin havada paraşüt gibi savrulmasının temel nedeni budur. Tüm çocukların ve meraklıların kullandığı fişekler; Bir kalem uzunluğunda ve oldukça büyük, fişekler parmaklar yardımı ile yapıldığından daha küçüklerini elde etmek çok zordu. Üstelik kısa olanalarını yapan arkadaşlarımın olduğunu da hatırlıyorum. Ama fişek kısaldıkça hafifliyor ve daha dayanıksız oluyor. Tüm bunlara karşın benim elimde normal bir fişekten daha farklılaşmaya başlayan bir şey vardı artık. Fişeğin ağırlığı 1-2 çivi ile desteklenmişti ve fişeği ıslatarak değil, elime bile zor kopardığım dayanıklı kırtasiye bantları ile tutturuyordum. Sonunda da fişeğin boyunu, eskisinin yarısının da yarısı olacak şekilde kısalttım ve bu geniş gereksiz ksımları kesip attım. Arkasını da iyice genişlettim ki kesildiğinden dolayı küçüldüğü için havayı borunun iç kenarlarından kaçırmasın. Artık fişeği kesmeden, doğrudan çok kısa kâğıt parçalarından yapıyordum hunilerimi.


Resim9: Büyük Bir Atılım. Bu Fişek Uzak Mesafelerin Ve Keskin Vuruşların Habercisiydi. Boyu Oldukça Kısa Ve Bir O kadar Da Sağlam Yapılıydı Çünkü Bir Kaç Kat Sarılabiliyordu.

 Yeni bir deneme daha yapmanın zamanı gelmişti. Bu iş için rüzgârlı bir hava seçmiştim. İlk atışımı heyecanlı ve umutlu bir şekilde yapmıştım ve evet! İşte olmuştu! Fişek, üstüne damlayan yağmur damlalarına ve gövdesine çarpan rüzgârın acımasız vuruşlarına pekte aldırmayarak düz sayılabilecek bir doğru çizerek benim doğrultumda ilerlemiş ve düşmüştü. Ardından gelen ikinci denemeyi de gökyüzüne doğru yapmıştım. Bu atışında sonucuna başarı diyebilirdim. Çünkü Esintili bir havada en iyi sonucu almıştım.

Resim10: Hızla Akan Bir Nehirde A Noktasından Tam Karşıdaki B Noktasına Gitmek İsterseniz, Mutlaka C Noktası Gibi Akış Yönünün Gösterdiği İlgisiz Bir Yerde Çıkarsınız. B Noktasına Yakın Bir Yerde Çıkmak İsterseniz Eğer, Hızınızı Olabildiğince Artırmalısınız. Ben Bu Açığı, Fişeğimin Yanal Yüzey Alanını Küçülterek Kapattım. Artık Fişeklerim Rüzgara Karşı Torba Gibi Davranmaktan Kurtuldu.
AÇILAR
 Fizik derslerinde öğrendiğime göre bir atışın en uzak mesafeyi bulabilmesi için namlunun eğiminin 45 dereceyi bulması gerekiyordu. Bu iyi bir ayrıntıydı ama kullanışta elimin bu açıyı görmesini sağlamam zorlayıcı olacaktı. Aklımda bir fikir var olmasına karşın elimdeki namlunun boyu bu fikri gerçekleştirmeme olanak vermeyecek kadar kısaydı.

ÖNEMLİ BİR SORU: NAMLU UZUNLUĞU MESAFEYİ ETKİLER Mİ?

  Bu soruyu uzunca zamandır aklıma yakmıştım ve bazı araştırmalarda da bulundum. Avcılık sitelerinde bu konu ile ilgili o lan tartışmalarda da gördüğüm kadarı ile bir belirsizlik havası vardı. Tam bu sırada Dünya savaşlarından birisinde Almanların yaptıkları ‘’Paris’’,’’Gustav’’,’’Dora’’ adlı topların videolarına denk geldim. Paris topu 90 kg ağırlığındaki mermiler 116 km uzağa, Paris'e kadar ulaştırabiliyordu ve atış yapıldığında sesi Paris ten duyuluyordu. Gustavla ilgili video da dikkatimi çeken şey top namlusunun devasa uzunluğuydu. Bu benim destek noktam olacaktı.

Resim 11: Gustav

DEV GUSTAV TOPUNUN İZLENCESİ (VİDEO)

 Elektrikçiye gidip 1 metreyi aşan bir uzunlukta bir elektrik borusu almadan önce bazı hesaplamaları göz önüne almak zorundaydım. Akciğerlerimden çıkan havanın hacmi borunun iç hacmini dolduramayacak kadar olursa eğer, fişek hızlandıktan sonra yavaşlayabilirdi. Silindirin hacmi hesabına göre ulaştığım sonuçla suyun içine üflediğim havanın hacmini ölçerek ulaştığım sonuçlarda bir sorun çıkmadı.Yanlış hatırlamıyorsam borunun uzunluğunu 1.20 metre olarak belirleyip satın almıştım. (Sıradan tüfütüfler 40-50 cm yi geçmez pek) Artık dev bir Tüftüf borum vardı. Boruyu denemeden önce özel bir destek yapmam gerekiyordu önce. Zaten plastik olan bir boru, ısının etkisi ile iyice yamuluyordu.''Paris'' ve ''Gustav''toplarındaki çelik halatların yerini, benim Tüftüf borumda ince inşaat telleri aldı. Atış testimi evde yapmaya karar verdim, çünkü hatırı sayılır bir güç olduğunu sezip evimizdeki eski ve ince bir çelik tepsiyi test etmek istedim. Odaya kimsenin girmediğinden ve girmeyeceğinden emin oldum. Tepsiyi karşıma hafif eğimli koyup 1 metre öteden yaptığım atışın sonucu bana göre muhteşemdi. Kulaklarımı acıtan bir çınlama sesi evde yankılanmış, ucunda küt bir çivi bulunan fişeğim, tepside derin bir yara açmıştı.

 Açık havada yaptığım deneme ise bir başka hayret vericiydi. 3 elektrik direği mesafesini bulmayı başarabilmiştim.( İki elektrik direği arası mesafe 50 metredir. ) Bu mesafe toplu bir konut alanı için çok fazlaydı. Nice apartmanın tepesini aşabilirdi. Sıradan bir fişekle de bu mesafeye ağır hava koşullarında asla erişilemezdi. Attığım fişekleri havada gözden kaybediyordum, nereye düştüğünü bulabilmek içinse fosforlu kalemlerle üstüne ismimin baş harflerini yazıyordum.

 Ulaştığım Sonuç tahminlerimi haklı kılmıştı. Namlu kısaldığı zaman onu iten gazlar güçlerini borunun içinde uzun süre tutamıyor ve dışarı çıkıp kurtuluyorlardı. Daha da önemlisi fişek tam olarak ivmesini kazanamadan namludan çıkıyordu. Bu sonuca bağlı olarak aşırı uzun namlu kullanmakta, çeşitli vakumlardan ve gazların gücünün tükendiği zaman büzüşerek geri çekilmesinden sonra fişeği yavaşlatabilirdi. Birkaç hafta sonra artık pek görüşmediğim arkadaşlar evimizden belediye parkına attığım fişeklerden bir kaçını bulmuşlar. Önce ne olduğunu bilememişler çünkü bunlar alışıldık fişeklerden değildi. Daha sonra böyle bir şeyi kesin benim yaptığımı anlamışlar. Tahmin ediyorum ki evimizle parkın arasındaki mesafeyi görüp şaşırmışlardır. Olan şanıma oldu, kim anlasın benim çektiğim uykusuz gecelerin acısını?
AÇILARA GERİDÖNÜŞ, SONA YAKLAŞILIYOR.

45 derecelik atış açısını yakalamak için güzel bir düzenek yapıp boruya yerleştirdim. Düzeneğe bağlanmış olan ip, boru 45 dereceyi bulduğunda sabit durumundan kurtulup sallanmaya başlıyor ve ben atışımı mükemmel bir biçimde yapıyordum.


Resim 12: Açı ölçer. Tüftüf Namlusunu Yukarı Doğru Kaldırırsanız Hareketsiz Duran Demir Halka, Tüftüf 45 Dereceye Gelmeden Yerinden Oynamaz. Sallanmaya Başladığı An, Atışın Yapılacağı Andır, Diğer Bir Deyişle 45 Derecelik Açıda Kendini Boşluğa Bırakmaya Ayarlanmış İp, Sallanmaya Başlayarak BuDurumu Size Bildirir...

Resim 13 Ve 14 : Açılarla İlgili Yaptığım Geçmiş Zamanlı Karalamalar. Üstteki Resimde Atış Gücünün Menzile Etkisi, Aşağıda İse Teorik Atış Ve Gerçek Atış Canlandırmaları Yer Alıyor. Teorik Atış Hiçbir Sürtünmenin Olmadığı Atıştır. Gerçek Atışta İse Fişek İlerledikçe Hava Sürtünmesi Nedeni İle Güç Kaybeder Ve Uçuş Yolunun Şekli Bozulur.(Yeşil)
SALDIRI ANLAYIŞI VE TAKTİĞİ DEĞİŞİYOR.

Atışlarım sırasında şunu gördüm ki uzaktaki bir hedefe keskin atışlar yapmak pek mümkün değil. Bunun yerine namluyu hedefe doğrultmadan gökyüzüne yapılan ve hedefe yukarıdan aşırtılan fişekler eğer ses çıkarma veya başka bir dikkat çekici özelliği varsa daha etkili olabiliyordu.

ISLIK ÇALAN OKLARDAN, ISLIK ÇALAN FİŞEKLERE

Büyük kağan Cengiz Han'ın Moğollar ve Türklerden oluşan orduları, gerçekten düşmanı ürküten ilginç silahlar kullanma da ustaydı. En ilginçlerinden, veba hastalığından ölen insanları, mancınıklarla düşman şehirlerine fırlatıyor ve hastalığın yayılmasını sağlayarak biyolojik bir silah kullanmış oluyorlardı. Ama benim dikkatimi çeken şey, Hun Türklerinin hükümdarı Mete Han'ında kullandığı silahları çok iyi kullanmalarıydı. Bunlar ''Islık Çalan Oklar'' dı. Değişik biçimlerde ürettikleri okbaşları atıldığında yüksek desibelli bir ıslık çalarak düşmanın üstüne geliyor ve karşı tarafta bir korku yaratıyorlardı. Bu okların biçimleri değiştiriliyor ve ''Zırh delici ıslıklı oklar'',''Darbe verici ıslıklı oklar'' ve ''Yön gösterici ıslıklı oklar'' ortaya çıkıyordu. Mete Han askerlerine gördüğü bir hedefin yönünü göstermek için bu oktan kullanmıştı.
Resim 15: Cengiz Han'ın Ordularında Kullanılan Ve Mete Han'ın da Kullandığı Islık Çalan Ölümcül Oklar Üstteki Delikli Olan 3 Oklardır.
 Üstünüze birden tiz çığlıklar atarak gelen yüzlerce oku bir düşünün... İşte bu bilgilerden sonra fişeklerime nasıl ıslık çaldırabilirim diye bir düşündüm. Öncelikle flütleri inceledim, daha sonra sapından düdük çıkan lolipop şekerlerinin düdüklerini:) Ama bu iş zorca gibiydi. Flütün sadece ses çıkaran bölümünde bile çeşitli çukur ve koridorlar vardı. Kağıttan yapılmış, attıktan sonra yere düştüğünde ıslanacak, parçalanacak ve mikroplanacak olan tek kullanımlık fişeklerimin içini özene bözene işleyemezdim. Lolipop düdüğü ise zorlama bir ses çıkarıyordu. İyi bir ses çıkarabilmek için nefesimi sıkıştırıyordum ama benim fişeklerim bir hava kütlesini bu kadar iyi sıkıştıramazdı yere süzülürcesine düşerken. Islık fikri suya düşmüştü.
Resim16: Islık Çalan Fişek Denemelerim Bunlara Benziyordu. Sonları Başarısızlık Oldu. Zaten Delikli Bir Fişeğin 2.Nesil Bir Tüftüfte Havayı Tutup İleri Fırlama Şansı Yoktu.
Resim 17: Kızıl Mantarlı Fişek. Tabanca Mantarını Bir Oyuncakçıdan 2 Liraya Almıştım. Mantarın Altını Uhuyla Çiviye Yapıştırıp Üstünü Tek Katlı Buzdolabı Streci ile Kaplıyordum Ve Uhunun İşini Sağlama Alıyordum.
SON SAVAŞ, BİR ZAFER!
 Tüm bu çalışmalardan sonra beklediğim an gelmişti sonunda. Bir düzine köpek sürüsü apartmanımızın biraz ötesindeki asfaltta birikmiş, ders çalışma sürecimi baltalıyorlardı. Mantarlı fişeklerimden en güzelini seçtim, odamın ışığını söndürdüm ve pencereyi açtım. İçeri ılık bir yaz havası girdi ve namlunun açısını 45 dereceden 30'a aldım. Atışımı yaptım ve borunun ucundan boğuk bir basınç patlaması duyuldu.(Namlu uzayınca fişeğin namludan kurtulurken çıkardığı seste artmıştı.
 Köpekler ilk anda bu sesten ürktüler çünkü günler boyunca onlara yaptığım saldırılar iyice huysuzlanmalarına sebep olmuştu.

 Tam 6 saniye sonra topluluğun tam ortasına, asfalt zemine fişeğim düştü ve mavi, sarı, beyaz kıvılcımların arasından bir patlama sesi duyuldu. Köpeklerden bazıları enikleyerek, bazıları sesini bile çıkartmadan var gücü ile koşarak uzaklaşmaya başladılar.

 SONUCA BEN BİLE ŞAŞIRMIŞTIM, BİR DAHA APARTMANIMIZIN YANINDAN BİLE GEÇMEDİLER….

SAVAŞTAN SONRA...

 Bu olaydan sonra artık tüftüfü zevk için kullanmaya başladım.Aylar sonra apartmanın biraz uzaklarında gezindiğimde ağırlık için kullandığım cam çivilerinin, ıslanmış fişeklerde bıraktığı küf izlerinden bu fişeklerin benim olduğunu anlıyordum, çünkü artık bu oyunu sokaklarda oynayacak yaşta çocukta kalmamıştı bizim çevrede...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder