Google Arama

Custom Search

24 Eylül 2020 Perşembe

Japon Yapıştırıcısı Nasıl Korunur?


Görüntü 1-2: Orijinal Japon Yapıştırıcısı, Kutusunda Tayvan Üretimi Olduğu Belirtiliyor. Sağdaki Kutusundan Çıkarılmış Görüntüsü  

 Japon yapıştırıcısı, (piyasada en çok satılan adıyla '502 Evo Bond') uğraşlarda en çok kullandığım mucize yapıştırıcıların başını çekiyor. İçine su çekmiş yağlı derileri, ıslanmış ahşap parçalarına anında yapıştırması, çatlamış ahşap levhaların çatlaklarına damlatıldığında, çatlağın insan gözünün göremeyeceği kadar incelmiş yerlerine kadar sızacak kadar ince bir sıvı olması (bir keresinde çatlağın iki buçuk katı kadar uzunluğunda bir yol alarak, ufak sandığım çatlağın aslında epey içlere ilerlediğini anlamıştım),  yere düşen ahşap parçaların kendileri kırıldığı halde içlerindeki japon damlatılmış bölgelerde kırık olmaması gibi 'ahşabın kendisinden daha sert' bir yapıştırıcı olması gibi özellikleri, bu yapıştırıcının elimin altında olmasını zorunlu kılıyor. Arasının iyi olmadığı tek malzeme plastikler. Plastikleri yapıştırmıyor. Ahşap, deri, ve metallerle arası aşk derecesinde iyi.    

 Piyasada bu yapıştırıcının iki türü var: Birincisi Tayvan malı olan orijinal, ikincisi ise ''çakması'', yani sahtesi...
Çoğu satıcı bu ikisini aynı tezgahta yan yana satıyor. Size ''ucuz olan mı, pahalı olan mı?'' diye soruyor. Pahalı dediği orijinal olanı. Aralarında iki kat fiyat farkı oynuyor. Orijinal olanı 10 TL civarında satılıyor. Ucuz olanını eve sokmayın. Şekerli su gibi, ne olduğu belli değil. sürüyorsunuz ama tutmuyor. Siz mutlaka ''orijinal olanından abi'' diye belirtin.  

Yalnız, Japon yapıştırıcısı gerektiği özenle saklanmadığı ve kullanılmadığı zamanlarda tıkanıp donarak bir süre sonra da bal kıvamına gelip katılaşarak kullanılmaz duruma geliyor. Bu güzel malzemeyi olduğu gibi çöpe atmak can sıkıcı bir durum oluyor. Peki neden böyle oluyor, katılaşmaya başlayan yapıştırıcıyı kurtarmanın bir yolu yok mu? Onu nasıl koruyacağız? Şimdi bunu araştıralım:


1) Özensiz Kullanılan Veya Yanlış Kesilen Kanal Ucu.

 Akışkan sıvı olarak satılan 502 Bond'ların sivri tüpleri oluyor. Kapağı açtığınızda altından çıkan sivri tüpün sivri kanal ağzı kapanıktır. Işığa tutup baktığınızda sivri uçtaki plastik kısmın karaltısını görürsünüz. İşte bir makas yardımı ile hemen bu plastik kısmın alt tarafından kesip plastik kısmı atarak bu kanalı açmanız gerek. Tüpünüzün ağzı ne kadar dar olursa tüpün içindeki yapıştırıcınız da o kadar uzun süre dayanır. Burada olay, tüpün içindeki yapıştırıcının hava ile olan temasını en az düzeyde tutacak delik darlığını sağlamaktır. Kanalın ağzını çok aşağıdan keserseniz geniş ağızlı bir kanal meydana gelir ve hem tüpün içindeki malzeme çabuk kurur hem de ''ince işler'' yaparken gereğinden fazla yapıştırıcının malzemeye bir anda dökülmesine neden olursunuz.
Satın aldığınız kutunun içinden mutlaka, raptiye çivisi gibi bir parça da çıkacak. İşte o parça çok önemlidir, kaybetmeyin. Yapıştırıcıyı malzemeye damlattıktan sonra tüpü dik konuma getirip parmağınızla gövdesinden biraz sıkarak kanal ucunda kalan artık yapıştırıcının kabarcık yaparak patlamasını sağlayın. Kabarcık patladıysa bir peçete yardımı ile hemen tüpün ağzını temizleyip bu raptiyeye benzer ek parçanın çivisini deliğin ağzına bir kere sokup çıkartın. Böylece kanal ağzının tıkanıp kapanmasını ertelemiş ve önlemiş olursunuz. Olur da kanalın ağzı bir şekilde tıkanmışsa yine bu malzemeyi tüpün kanalına sokup çıkararak kanalın ağzını açabilirsiniz. 

 

Görüntü 3-4: Kutudan Çıkan Açıcı Başlık ve Ucu Kesilmiş Tüp Ağzı


2) Sıcaklık

Japon yapıştırıcısını güneş görmeyen ve sıcak olmayan bir yerde tutun. En uygun yer bence buzdolabınızın yumurta ve şişe koyduğunuz raflarından birisidir. Yalnız, evde çocuklar veya yaşlılar varsa bunu önermem. Yapıştırıcıyı yiyecek bir şey sanabilirler. Böyle bir tehlike yoksa 502' nizi buzdolabında tutun. Japon yapıştırıcısı serin yerde geç donar ve uzun süre saklanabilir. Ben eskiden banyo dolaplarında saklardım. Her banyoda sıcak su buharıyla ısınan banyonun içinde Japon yapıştırıcısının ömrü de 6 ayı geçmiyordu. Bunu ne yazık ki geç fark ettim. Soğuk iyidir.


3) Kutunun Konumu

 Kutuyu veya tüpü devirmeyin! Devrilen tüpün içindeki malzeme kanala akar ve içeride donar. Geç fark ederseniz geri dönüşü yoktur. Kanalın içinde ince bir delik açmak için uğraşmanız gerekir. Önerim, toplu iğneyi kerpetenle tutup ateşte kızdırarak kanalın içine sokmak ve içeriye bir tünel açmaktır. Beyaz dumanlar ve küçük patırtılar eşliğinde bu kanal açılabilir. Ancak dumanı kesinlikle solumayın; gözünüze de değmesin. Yoksa canınız yanar. 


4) Katılaşan Japon Yapıştırıcısı Yeniden Çözülebilir Mi?


Bu konuyu epey araştırdım. Elbette, tinerin verniği çözdüğü gibi bu malzemeyi de çözecek ve kurtaracak bir çözücü olmalıydı. İnternette japon yapıştırıcısını çözen bazı ürünlere denk geldim ancak pahalılardı. Aseton, her yerde okuduğum bir çözümdü ancak kozmetikçilerden satın aldığım hiçbir Aseton, tüpün içinde katılaşmaya başlayan malzemeyi kurtaramadı. Aksine, tüpün tümüyle donmasına neden oldular. Sonradan öğrendim ki Asetonun %99 saflıkta olması gerekiyormuş. Kozmetikçilerde satılan asetonlar ise suyla karıştırılmış düşük yoğunluklu aseton çözeltileriymiş. Doğal olarak içlerindeki su ve kozmetik katkılar yapıştırıcıyı bozuyorlarmış. Zaten tüpün içindeki topaklanmalardan bu durum belli oluyordu. 
Saf aseton almak için kimya malzemesi satan yerlere uğradım. Ancak tehlikeli madde sınıfına girdiğinden dolayı ''özel fatura'' ile satın alınıyormuş. Yani kunduracı, sanayici, atölyeci falan olacaksınız ki bu malzemeyi alma hakkınız olsun. Araya tanıdık sokmadıkça zor. Zaten litresini 30 TL ye veriyorlardı. Yeni yapıştırıcı almak daha iyi bir seçenekti. 
 
5) Altın çözüm: Şırınga İğnesi!..

Diyelim ki ilk başta kestiğiniz tüp ucu artık işlevini yitirmeye ve tıkanmaya başladı. Bu aşamadan sonra yapmanız gereken, sıradan bir şırınga iğnesini alıp tüpün ağzına geçirip, yapıştırıcıyı şırınga iğnesinden akıtarak kullanmaktır. 
Bunu yapabilmek için tüpün ucunu makasla dikkatlice biraz daha kesip şırınga iğnesinin ağıza biraz sıkışarak oturacağı kadar ucundan keserek azıcık genişletmektir. Çok aşağıdan keserseniz iğne tüpe geçmez, çok yukarıdan keserseniz de şırınga iğnesi tüpün üstüne oturmaz ve düşer.
Tüpün ucuna sıkıştırılarak oturtulmuş iğnenin içinde yapıştırıcınız rahat şekilde geçip, hassas ve ince biçimde akacaktır. Kullandıktan sonra da şırınga iğnesinin kapağını iğnenin ağzına geçirirsiniz ki iğne sizi yaralamasın.
Önemli olan nokta şu ki büyük olasılıkla bir kaç gün sonra iğnenin içindeki yapıştırıcı kalıntıları donacak ve iğnenin içinden yapıştırıcı akmayacaktır. Bu artık pek sorun değildir. Basit bir çakmak alevini iğnenin ucundan ortasına doğru hızlıca gezdirerek iğnenin içindeki kalıntıların yanarak iğneyi terk etmesini sağlayabilirsiniz. İğnenin ucundan çıkan beyaz dumanı solumayın ve gözünüze gelmesini önleyin. Bu şekilde uzun süre Japon yapıştırıcınızı kullanmayı sürdürebilirsiniz. Gerekirse iğneyi değiştirip başka iğne takarsınız.  


Görüntü 5: Şırınga İğnesi ve Koruma Başlığı 


Görüntü 6: Şırınga İğnesi Tüpe Geçirilmiş. Metal Kısım İleride Çakmak Alevine Tutulup Temizlenerek Açılarak Kullanılmayı Sürdürecek.


15 Mayıs 2018 Salı

''John Stepforn'' Çılgın Bir Rock Efsanesi.

Bir çocukluk kahramanı;

john stepforn rock metal efsane gitar gitarı müzik star çizim grafik karakalem karikatür metalci kahraman ugrasi blog

Görüntü: John Stepforn'a dair elimde kalmış ender çizimleren birisi.




''John Stepforn''


 Metal-Rock müzik türlerine ilgi duyduğum zamanlarda kendi dünyamda yarattığım ve geliştirdiğim bir müzik kahramanı... John Stepforn adını da bir bakıma karakterin kimliğini yansıtan iddialı bir ad olarak uydurmuştum. ''John stepforn'' un imzası da kendi imzamdan daha özenli bir şekilde tasarlanmıştı. 
Mutlaka kuru kafalı bir kolye takan Stepforn, üstünde metal işleri olan siyah deri ceket ve siyah deri pantolonlar giyerdi. Saçları uzun, kulakları küpeli ve keçi sakallıydı. Gözleri her daim kanlı olurdu.
John Stepforn, çılgınca bir yaşam süren, kural tanımaz bir müzisyendi. Çılgın albümler çıkarır, çılgın magazin haberlerinde boy gösterirdi. Konserlerinde sıra dışı kareografilere yer verir; çoğunlukla da ''blue oyster'' adlı barda özel konserlerine çıkardı.
Konser duyurularını, afişlerini ve içinde ilginç parça adlarının da olduğu kaset-albüm kapaklarının görüntülerini boş derslerde kareli defterlere çizer; her birinde de ayrı bir konsept, slogan ve sahne uydurmaya çalışırdım. ...''Ölü Nefesler'' , ''Soğuk Uyku'', ''Beklenen Konser!''...' Bazen tebeşirle sınıf tahtasına da çizdiğim bu karalamaların altlarına, konser biletlerinin fiyatlarını bile yazardım ki sınıf arkadaşlarım bunun gerçek bir konser duyurusu olduğunu düşünerek, ''Blue Oyster nerede?'' türünden sorular sorarlardı. Bu resim ''John Stepforn'' için yaptığım son karalamalardan olsa gerek. Kağıdı oldukça temiz kalmış. Lise sonrası dershane defteri çizimi olabilir. ''Son Konser'' başlığı bir anlam içeriyor; ''abiliğe'' doğru ilerliyorken çocukluk dönemi kahramanlarımı terk ediyorum  Soluna ''unknown artist'' yazmışım. Yine ilginç bir konser ya da albüm teması olsa gerek. Bu karalamada John Stepforn, elektro gitarını acımasızca kavramış. Etleri çürüyor ve dökülüyor. Buna karşın haykırmayı var gücüyle sürdürüyor. Arka planda ritm tutan grup elemanı da yüzünün yarısını yitirmiş. Sol yanda ruhlara dönüşmüş izleyiciler müziğin ve temanın etkisiyle sahneye doğru eğilip uzuyorlar. Bu ve benzeri konser afişi karalamalarımda ses sistemlerini çizmeyi ayrıca severdim. Kendi ilginç hoparlör tasarımlarımı görsel olarak böylece kurgulardım. Burada gözüken hoparlör de müzisyenler gibi deforme olmuş; o da artık çürüyor; ama gösteri devam ediyor!...

17 Temmuz 2015 Cuma

DENİZ SUYU KOKUSU YAPIMI (Kendi Buluşumdur)




DENİZ SUYU KOKUSU YAPIMI (Kendi Buluşumdur:)


Tatile çıkamıyor, içinizdeki deniz özlemini gideremiyor musunuz? Deniz kıyısına attığınız iskemlede esintilerin yüzüne çaraparak ciğerlerinize deniz kokusunu doldurmasını mı istiyorsunuz? İşte size ilginç anlar yaşatacak bir deneyim.Yalnız dikkat edin çevrenizde bilmeyenler varsa sizi madde bağımlısı sanabilirler, gerekli açıklamayı yapınız.

Araç Gereçler

Araçlar

0,5 Litrelik Pet şişe

Gereçler

-Temiz su
-Tendürdiyot ya da Batikon
-Sofra Tuzu
-Temiz, Taşsız Toprak (Saksı toprağı olursa çok iyi olur)

Yapımı
Yapımı gerçekten basit olan bu uygulamayla birebir deniz suyunu taklit edeceksiniz. Karışımı bir kaç gün daha bekletirseniz rengi ve kokusu iyice oturacaktır.

Pet şişemizin 1/4 ünü  (çeyreği) temiz su ile dolduruyoruz.
Temiz su doldurduğumuz şişeye suyun çözebileceği son noktaya kadar tuz katarak iyice çalkalıyoruz. Suyumuz tuza aşırı derecede doymuş olmalı. Şimdi bulduğunuz taşsız temiz toprağınızdan biraz alarak pet şişemizin içine ekliyoruz. ve onu da iyice çalkalıyoruz. Sakın ola çamur olacak kadar kum eklemeyin. Dibe çökecek kadar olsun yeter. Şişeyi iyice çalkalayın ve kumu dağıtın. Bir süre kumun dibe çökmesini bekleyin. Bana sorarsanız bir günün sonunda kumun dibe tümüyle çökmesini bekleyin ki yukarıdaki temiz suyu ayırasınız.
Dibe çökmüş kumdan ayırdığınız temiz suya 20 damla tendürdiyot damlatın. Ve iyice çalkalayın. Suyu rengi hafif kızıla çalacaktır.

İşte deniz suyumuz hazır!....

Şişeyi iyice çalkalayın, su hemen köpürecektir. Çalkaladıktan sonra kapağı açın ve tertemiz deniz suyu kokusunu içinize çekin!...

Neden şişenin çeyreği kadar su?
-Suyun en iyi biçimde çalkalanabilmesi ve daha az malzeme harcamak için.

Neden Sofra Tuzu?
-Tuz suyun köpürmesini sağlar Deniz suyu da içindeki tuzdan dolayı köpürür. Aynı zamanda tuzlu su kokusunun olmasını sağlar.

Neden Toprak?
-Özellikle nemli saksı topraği içinde organik maddeler barındırır ve rutubetle karışık bir yosun kokusu barındırır. Deniz suyu içinde bulundurduğu organik maddeler nedeniyle biraz yosun, biraz balık gibi kokar.
Toprağı suya ilk kattığınızda zaten bu yosunsu kokuyu alacaksınız.

Neden Tendürdiyot?
-Çünkü içinde İyot var!..İyot kokusu deniz kokusundaki sizin zihninizi açıp gevşeten baş kahramandır. Tendürdiyot ve batikomda bol bol iyot vardır.

*Şişeyi çalkaladıktan  sonra kulağınıza da dayayın, köpükler deniz dalgası sesi etkisi vermektedir..
*Eksildikçe su ya da tendürdiyot ekleyebilirsiniz.
*Şişenizin ağzını kapalı tutun. Koklayacağınız zaman çalkalayıp kapağı açarak koklayın. Şişeyi güneşte bırakmayın. Yoksa pet şişe suyun kokusunu bozar.
*Suyu sakın ola akvaryumunuza dökmeyin veya içmeyin!. Çocuklardan ve bilmeyen gözlerden uzak bir yerde saklayın. Öldürmez ama hoş ta değildir.

31 Aralık 2014 Çarşamba

Gençlere Öneriler...

  Uğraşı üzerinde uzunca süredir teknik konulu uğraşlar üzerine paylaşımlarda bulunmaktaydım gel gelelim uğraşı dediğimiz sözcüğün içinde soyut- somut bu yaşam üzerine bir çok ögenin var olduğu bir gerçek. Bu başlıkta özellikle yaşamında geçiş sürecinde olan gençlere -belki lise belki ilk üniversite zamanları- bir kaç küçük not verelim dedik. Uğraşı takipçilerinin isteklerine karşın türlü yazılarımda ölçü-miktar-uzunluk vermekten kaçındığım gibi bu yazıda da herhangi bir kesin kural, alt başlık, izlenecek kesin yöntemler gibi bir iddiada bulunmayacağım.

* Kendini Tanımak Ve Yetenekler...

Çokça dalkavuğun bulunduğu bir toplumda yaşıyoruz. Siz anne-babalarınızın dizinde otururken sizin ne kadar özgün, akıllı, zeki, yakışıklı veya güzel olduğunuzu anne babanıza dalkavukluk etmek ya da yalnızca boşboğazlık yapmak için söylediler. Kan bağı olan yakınlarınızın içten gelerek yaptığı övgüleri burada konu dışı bırakarak söylüyorum ki, bu dalkavuklara kulak asmayın. Yirmili yaşlarınıza geldiğinizde en az sizin kadar yakışıklı-akıllı-güzel olan yüz binlerce kişinin arasında yaşadığınızı anlayacak ve çok ta özel bir yerinizin olmadığını anlayacaksınız.
 Bir zamanlar herkes '' neye ilginiz varsa ona yönelik bir okul okuyun'' derdi. Bu büyük bir aldatmacadır. Herkes piyano sesini sever gelin görün ki herkes piyano çalamaz. Neyi sevdiğinizi değil, neyi yapabileceğinizi düşünün. Size acı çektirmeden, algılarınızı ve psikolojinizi alt-üst etmeden size ileride bir mevki ya da iş sunacak alanları tercih edin. Yaşama bir kere geliyorsunuz, şekilden şekile girerek pata küte bitirdiğiniz okul size yalnızca acı anılar bırakır. Kimileri matematik sorusu görünce çözmeden duramaz, kimileri önüne konan kalemle çekici manzaralar çizmeden yerinden kalkamaz. Size en kısa sürede en çok verim aldıaracak ne varsa onu da deneye deneye bulmak sizin göreviniz. Yaşamınızda en az bir kez elinize kalem alıp çizim yapın, arkadaşınızın çaldığı bağlamayı, gitarı kurcalayın, işe yarar bilgisayar programları öğrenmeye çalışın, kısacası kendinizi her alanda biraz yoklayıp yapabilip-yapamayacaklarınızı deneyerek ayıklayın... Gibi gibi...

*Deneyimleme

Bize doğar doğmaz her şeyin kendi ayağıyla geleceği gibi romantik bir dünya sundular. Konuşmayı, karşılık vermeyi, elinizi ayağınızı girdiğiniz ortama göre nasıl ayarlayacağınızı, kime ne biçimde davranmanız gerektiği gibi daha bir çok konuyu kitaplardan filmlerden öğrenemezsiniz. Yaşamda ancak gerçekten deneyerek öğrendiğiniz şeyleri kişisel yaşamınızn içine katabilirsiniz. Elbette yaşanan ilkler çoğu kez güldürücü, utandırıcı olabilir, yine de bir ustanın iş yaşamına çıraklıkla başladığını unutmamak gerek. Çıraklık zamanında yapılan yanlışlar olmasaydı ustanın bugünkü kusursuz işlerini de satın alamazdık. Buradaki önemli nokta; deneyim yaşamaktan kaçmamak gerektiğidir.

*Anı yaşamak

Kendinizi türlü inanışlara, ideolojilere, kendi ürettiğiniz felsefelere çok kaptırmayın. Yaşadığınız her yaşın size sunduğu olanakları kullanın. 12 yaşında mısınız? O zaman gidin yerden yüksek oynayıp bilgisayar oyunlarına ilgi gösterin. 22 yaşında mısınız? Okulunuzun klüplerinde insanlarla ortak işler-projeler yapın, dilinizi geliştirip bisiklet turlarına katılın...Gibi... 72 yaşına geldiğinizde mahallede top koşturacak gücünüz olmayacak. Az çok kendi zevkiniz ve ruh sağlığınız için para veya zaman harcayın.  Türlü vicdan muhasebelerine çok girmeyin. Anneniz babanız sağlıklı bir yaşam geçirmişlerse,
 elbet onlarda kendi çağlarında kendi ana-babalarının gelirleriyle hoşça vakta geçirdikleri zamanlar yaşadılar değil mi? Sorumluluklarınızı ve yaşadığınız toplumun kırmızı çizgilerini bildiğiniz sürece sizi siz gibi yaşamamanız için neden yok. 


*Toplum Yapısı

İçinde yaşadığımız toplum ne yazık ki filmlerde bize gösterildiği gibi ''sıcak kanlı yardımsever ve sevimli insanların'' yaşadığı bir yer değil. Özellikle Türkiye'de büyük kentlerde yaşıyorsanız burnunuzdan ne kadar az kıl aldırıyor ve diğerlerine ne derece tepeden bakıyorsanız o kadar popüler ve değerli adam olursunuz. Birileri sizin peşinizden koşuyorsa bu sizin onlara çok yüz vermemenizden doğan gizemle birlikte size karşı gelişen doğal bir ''talep'' tir. İçi-dışı bir ve samimi bir insan olmak, herkese güler yüzlü davranmak büyük bir erdem olsa da toplumumuzda bu türlü insanlara ''Sen geride kal biraz. Nasılsa her zaman cebimizdesin'' gözüyle bakılmasına neden olur. Erkekler özellikle ne kadar sessiz, gizemli, rahat ve ağırbaşlı davranır ve çevreye 'serin adam' imajı yayarsa o denli ilgi görürler.

*Seven adam sizi bulur.

Çoğu kez başkalarına karşı bir ilgi duyar onlardan da aynı ilgiyi bekleriz. Kız olsun erkek olsun eğer birisinin size ilgisi varsa ne yapar eder sizi bulur. İster sınav haftası olsun, ister telefonu arızalanmış olsun, ister bacağı kırılmış olsun. Birisi size ilgi besliyorsa size tutkal gibi yapışır ya da size 'sizi uzaktan izlediğini' bir şekilde belli eder. Bahanelere aldanmayın. Siz de birisine karşı gerçek bir ilgi göstermiyorsanız onun arkasına takılmazsınız. 
En önemlisi kız olsun erkek olsun ya da sıradan bir arkadaşınız olsun sizinle vakit geçirmek isteyen adam size sürekli teklifler sunar: yılbaşında ne yapalım, sinema festivali varmış gidelim mi?.. Türünden.  Küçükken de eğer arkadaşlarınız sizi seviyorsa her akşam kapınıza dayanıp ''Hadi aşaağı geliyo-musuun, küçük parkta tur bindirme yapıcaaaz'' demezler miydi?... Bu tespitler iş yaşamında da geçerlidir. Sizinle ortak bir iş yapmak isteyen adam siz kaçsanızda sizi zorlar, yola getirmeye çalışır. Bunun dışındaki ilişkiler günlük ilişkilerdir, unutulur gider.

*Erkekler için: Size ilgi gösteren kız sizinle konuşurken dirseğini elini kolunu size vurur. Sizinle konuşurken kafasını sağa sola eğer, siz konuşurken saçmalasanız da siz doğru bir şeyler söylüyormuşsunuz gibi ilgiyle sizi dinler. Sakın ola varınızı yoğunuzu kızın önüne dökmeye kalkmayın. Kızlar gizemli bir şeyler buldukları erkeklere ilgi duyarlar, eğer siz sevecen bir şekilde tüm iç ve dış dünyanızı onunla paylaşırsanız sizi arkadaşı gibi görür ve sizi 'çekici' sınıfına sokmaz. Aynı şekilde o da size yaptığı bir şeyi anlattığında hemen balıklama atlayıp 'sahi mi?, nasıldı? , neydi' gibi sorular sormayın. Geride kalıp olanları izleyin. Ona akıl vermek yerine çoğu kez ona sadece onu anladığınızı ya da dinlediğinizi hissettirin yeter. 20 li yaşların sonlarına doğru artık ne kadar yakışıklı ve zeki olduğunuz pek te önemli değildir. Geleneksel olarak kızlar bu yaşların ilerleyen kısımlarında artık parasını kazanıp ayakları üstünde duran erkekler ararlar. Çoğu kez '' aaa, bu kız şu kel adamla nasıl evlenir'' türünden soruları soruyor olacaksınız. Kısacası kendinizi ağırdan satın. Yaşınız ileri değilse tarz gözüken, az bilinen ve ilginç işlerşe uğraşın,  ilerideyse önceliği ayaklarınızın üzerinde durmanın yollarına bakmaya verin.

*Unutmayın 18-25 yaş arasını ne kadar mutlu, sağlıklı ve verimli bir şekilde doldurursanız ileride o denli sağlıklı bir ömür yaşama olanağı bulursunuz. Toplumun doğruları her zaman evrensel doğrularla uyuşmayabilir. Siz fırsat buldukça evrensel değerlerden ya da geleneksel öğretilerinizden atıflarda bulunun ama özellikle Türkiye gibi çelişkilerle dolu bir ülkede yaşadığınızı unutup şaşkınlık ve boş bulunmuşluk anlarına sık düşmeyin.

21 Nisan 2014 Pazartesi

Şarap Yapımı (Evde) Üzerine...

Evde Şarap Yapımı Üzerine... 

Şarap yapımı, aslında ilgi ve uğraş alanlarımın içerisinde daha önceden yer edinmemiş ve birer deneme olarak kalmış uğraşılardandır. Çocukluk yaşımda elimin altında bilgisayar ve internet yoktu...Doğal olarak elimin altında ulaşabileceğim kaynaklar satın alınmış, çoğunlukla TÜBİTAK popüler gençlik ve çocuk kitapları dizisindendi, ya da herkesin evinde bir dönem olmuış olan 'Meydan Larousse' ansiklopedileri...
Kimya üzerine yazılmış böylesi bir kitapta meyvelerden şarap yapıldığını okumuş ve şaşırmıştım. Meyvelerin kendisi benim için birer tatlıydı, şarap eldesi de ne demek oluyordu?...

Ansiklopedilerden öğrendiğime göre de bu liste epeyce uzundu. Japonlar pirinçten (sake) , Türkler sütten (kımız) , Avrupalılar arpa ve baldan, her ulus ya da kültür zaman içinde çok değişik kaynakları kullanarak içkiler yapmışlar.

Yakın bir komşumuzun kendi memleketinden bize armağan olarak getirdiği kuşburnu taneleri önceleri evde pek ilgimi çekmemişti. Yalnız, babam bu meyvelerin suyunu tencerede kaynatıp bir içecek biçimine getirdiğinde benim de aklımdan ''bu meyvenin de şarabı olmaz mı'' diye bir soru geçti...

Buzdolabına konmuş olan kuş burnu suyunu hemen çıkarıp elime ansiklopediyi de alarak basit bir şekilde şarap yapımı denemesine giriştim...



Araçlar

*Cam kavanoz

*Plastik kaşık

*Siyah torba (3-4 tane)

*Dolap (karanlık, oda sıcaklığında, hareketsiz olacak)

Gereçler

*Elde Üretilmiş Ilık Doğal Meyve Suyu (Kuşburnu suyu kullandım)

*Şeker

*Bira Mayası

*Ilık Su

*Plastik Bardak


Yapımı:

Plastik bardağımızın içine satın aldığımız bira mayasından bir çay kaşığından biraz fazla olacak şekilde koyuyoruz ve üzerine ılık sudan azar azar koyarak tümüyle çözünmesini sağlıyoruz.

Ardından cam kavanozumuzun içine yarısına gelecek kadar meyva suyumuzdan koyuyoruz ve içine iki-üç tatlı kaşığı şeker katıp karıştırıyoruz.

Kavanozumuzun içine suda çözdüğümüz bira mayasını döküp karıştırıyoruz.

İşlemimiz bitti. Şimdi kavanozun ağzını hava almayacak şekilde kapatıyoruz. Daha sonra içine ışık sızmaması için 3-4 kat siyah poşete sarıyoruz ve karanlık-sarsılmaz bir dolaba kapatıp 3-4 ay bekliyoruz...


SONUÇ
 Bu işlemlerde kesin ölçü vermediğimi görmüşsünüzdür. Ölçü vermedim, çünkü o gün bu ölçüleri  tümüyle kafama göre almıştım. Aradan üç-dört ay geçtikten sonra kavanozumu yerinden hiç sarsmadan yavaşça aldım ve dikkatlice poşetlerinden soydum. Kapağı açmamla birlikte burnuma keskin bir alkol kokusu gelmişti. Bu beni oldukça heyecanlandırmıştı. Kavanozun görünümü ise şöyleydi:

Kavanozun dibinde çamur gibi çökmüş kil renginde tabaka vardı. Üstünde ise su gibi berrak bir sıvı vardı. Yüksek olasılıkla çok fazla malzeme katmıştım ve alttaki tabaka bu çökeltiyi oluşturuyordu. Yaptığım bu şarabı kendim denemedim. Çünkü alkole karşı antipatim vardı (bu günde dahil). En yakın deneklerim aile bireyleriydi! Önceleri ürktüler, çünkü ne yaptığım üzerine bilgileri yoktu. Kavanozu gören kaçıyordu, ardından zekice davranarak berrak sıvıyı bulandırmadan bir çay bardağına boşalttım. Şarabım şimdi daha az korkutucuydu, üstelik tertemiz ve parlaktı. Burnunu bardağa götüren yudumlamaya başladı, daha yok mu türünden bakışlara tanık oldum.

Başarıya ulaşmıştım!
Daha sonradan öğrendiğime göre bira mayası ile yapılan içkiler mideye dokunurmuş. Üzüm gibi meyvelerde ise dışarıdan maya katılmasına hiç gerek olmadan şarap yapılıyormuş. Benim bu şekilde başarı göstermemden sonra babamda heveslenmiş, kendisine benden daha ustaca yöntemlerle şaraplar yapmaya başlamıştı. Yine bir uğraşıya öncülük etmiş, geride güzel bir anı bırakmıştım. Bir kaç ay sonra Japonların pirinçten içki ürettiklerini anımsayarak aynı yöntemle haşlanmış pirinç suyundan şarap yapmaya çalıştımsa da nedense aynı başarıyı gösterememiştim...Bugün olsa elimin altındaki internetle belki de çok daha başarılı çalışmalar yapabilirdim...